Pazar, Nisan 11, 2010

vatoz ve çocuk

velet olarak tabir edildiğimiz ve hayvanlara işkence yapmak yerine onlari beslememiz gerektiğini öğrendiğim döneme tekabül eder bu garip aşk hikayesinin başlangıcı. sizinde bildiğiniz gibi çocuklar mareklıdır efendim. hayal gücü denen mefhum had safhadadır kendilerinde. bu durum benim bünyemde önceleri gereğinden fazla mevcut olduğu için acaba bir kedinin kuyruğuna teneke bağlandığında başka bir canlıya dönüşürmü? yada sinekleri evcilleştirmek adına acaba ayaklarını iple bağlasak nolur? solucanları koparmadan çekerek nekadar uzatabiliriz gibi deneysel çalışmalarla yoğrulmuş dimağım cüssemi aşan bir hayvanı beslemenin benim açımdan daha sağlıklı olacağını söylüyordu. gel gelelim benim bu dahiyane fikrim aile efradı tarafından pekte hoş karşılanmadı. madem çok meraklısın bir hayvan beslemeye ozaman sana bir iki civciv alırız sonrada etinden yumurtasından faydalanırız şeklinde biraz ticari kaygılar güden yönlendirmeler şeklinde bana dayatıldı. bir çocuk olarak yapabileceğim bütün gıcıklıkları yapmama rağmen sonunda kabullendim civcivlerle hasır nesir olmayı. beklediğimden dahada sevimli şeyler cıktılar. kendilerini benim çocuklarım sandıkları için bahçede pesimden gezinmeleride ayrı bir sorumluluk yükledi omuzlarıma. ben bu bilinçle onları gözümden sakınarak büyüttüm efendim ama içlerinden birtanesi ki kendisine horoz denme sebebini bana aci bir tecrübeyle yaşattı kendisi. tahminimce oidipus kompleksi vardi kendisinde. ebevey olarak beni belli bir yastan sonra düşman olarak görmeye başladı. asi laf dinlemez ve hirçin tavirlari kanatlarını iki çırpışta benim kafa mesafeme zıplaya bildiği noktada doruğa ulaştı resmen. hiç unutmam kafamı yemek tası zanneden bu cani hayvanın gaga darbelerini. hatta sanırım saçlarımı bu yüzden uzatıyorum çünkü hala o bölge çorak. nasıl bir hırs yapmışsa kendisi. neyse bu hikayenin sonu bir akşam yemek masasında bitti efendim anlayacağınız üzre hala bir hayvana aşık olma belirtim yok.
daha sonra daha mantıklı bir karar verdi gene ailem benim adıma. ozaman sana küçük bir kuş alalım dediler. kafesinde içinde şirin şirin öten bir kanarya. civcivlerle kıyaslamak istemiyorum kendisini ama sanki bir şeyler eksik gibiydi. öyle kafeste beslenmemeli hayvanlar özgürlük önemli dedim. saldım evde ucsun güzel güzel en azından ortamı daha geniş mutlu olsun istedim. sonra benim verdiğim mutluluğun o minik bünyeye yetmediğini pencereden kaçtığında anladım. hiçte üzülmedim o gün bu gündür desturumdur gelene git gidene gel demem...anladım ki bu kanatlı memeliler familyasından bir yarim olamayacak en sonunda her mantıklı erkek veletin vereceği mantıklı kararı vererk bir akvaryum aldım. sesleri çıkmaz, senden kaçamazlar sadece senin onlara verdiğin sınırlar dahilinde sesizce yaşarlar. önceleri tabi cahiliye dönemim ben yüzme bilmem ki suyla en büyük temasım banyo seanslarım. ordanda edindiğim nacizane bilgi su sıcak olmalı soğuk su adamı titretir. bende bu balık camiasına olan sevgimi göstermek için caydanlıkta suyu ısıttım ama salak değilim önce sıcaklığını kendi üzerimde test ettim. gayet ılık bir kıvamda değiştirdim akvaryumun suyunu. ertesi sabah hepsi nalları dikmişti. artık haşlandılarmı yoksa kaynamıs sudaki azalan oksijen yüzünden boğuldularmı bilemem. ama ben hatamı anlamıştım tekrar gittim yeni balıklar aldım. balikları satan abiylede uzunca bir konusma yaparak ihtiyaçlarını bi güzel öğrendim. gayet mutlu ve mesut bir dönem başladı hayatımda. sokakta serselik yapmak yerine balıklarımla konusup onları izleyerek vakit geçiriyordum. taki nedenini hiç bilmediğim fakat sonraları nazar olabileceğini tahmin ettiğim bir sebepten ötürü toplu intiharlar başlayana kadar. ipini koparan akvaryumdan dışarı atlıyordu. üstünü kapadım akvaryumun ama ölümler durmadı bir türlü. sapı sapır döküldü hepsi. artık bu özgür irade yoksunu canlılarla benim aramda hiç bir ilişkinin olamayacağını düşünerek ilgimi uzaya ve dünya dışı canlılara yölendirmeye karar vermişken bana bir adet vatoz balığı hediye getirdi amcamın oğlu. bende onu artık yüzüne bakmadığım akvaryumda son kalan japon balığının yanına attım. pek ilgilenmesemde arada göz ucuyla süzüyodum akvaryumu.tahminimce libidosu tavan yapmış japon balığı çirkinliğine bile aldırmadan resmen bizim vatoza yazıyordu mütemediyen. fakat vatoz çok coll du. tek yaptığı bütün gün o garip ağzıyla akvaryumun camına yapışmaktı. ben merakla bu garip ilişkinin artık nereye doğru gideceğini izlerken bir gün japonda hakkın rahmetine kavustu. vatoz tepki bile vermedi bu duruma. ben bunalıma girer gider buda yakında diye düşündükçe bana inat yasadı ve büyümeye devam etti. bende artık ona saygı duyuyordum. o cama yapıştırıyodu dudaklarını bende yapıştırıyordum. mahalle maçlarını analizlerini yapıyorduk birlikte. birlikte derken o gene coll du tabi. dışardan bir göz demezdi ki bu hayvan beni dinliyor. ama ben biliyodum dinlediğini. kuyruk hareketinden anlardım neşelimi değilmi. diğer evcil mahlukatlarım gibi buna bir isim asla takmadım. hep vatoz diye hitap ettim. oda yadırgamadı beni. nerden biliyosun diyeceksin şimdi yadırgamadığını. biliyordum efendim dedim ya anlardım her halini en ufak bi hareketinden. neyse bir gün dertleşiyoruz kendisiyle öyle bir hareket yaptıki bu bitarafa yapışmak zorunluluğu hisseden vatoz hemen cecik anladım kendisini. yavaşca parmağımı akvaryumun içine soktum ve o garip ağzıyla geldi parmağıma yapıştı. işte o an aşk nedir anladım. daha sonra nezaman parmağımı akvaryuma soksam gelip yapışırdı öyle dertleşirdik kendisiyle. tabi bunu gören özenti insan evlatları (ebeveynlerim kendileri için bunlar senin kardeşin evladım derdi) aynı şekilde parmaklarını çok daldırdılar akvaryuma ama vatoz asla onlara yapışmadı. işte o zaman aşkın yanında sadakat neymiş onuda anladım...
gel zaman git zaman hayat böyle güzelce gecerken artık okullu olup sınıfları doldurmuştuk. bana karşı yapılan bütün ısrarlara rağmen vatozumun yanına asla başka bir balık almadım. benim bu aşkımı yanlış anlayan annem artık bu serseri iyice akvaryumuda boş verdi diye düşünerek bir bahar günü ben evde yokken akvaryumu bana vatozu hediye eden amca oğlumun kardeşine hediye ettiğini söyledi. çıldırdım tabi ama çıldırmam nafile o senden daha küçük çok sevdi akvaryumu sen abisin olm yapma etme dediler. ilk fırsatta gittim amcamlara hemen akvaryumu aradı gözlerim ve bulduda. içerisinde bi sürü renkli balık fakat benim vatoz yok ortada. ona ne olduğunu sorduğumda öldü dediler. işte o an anladım ben aşıklar birbirlerinden ayrılmamalılar. uzunca bir süre nefret ettim annemden amcamlardan. sonra kendimden nefret ettim.
artık büyüdüm tabi nefret etmiyorum hiç birinden kırgınım sadece. yaşadığım her aşk pıtırcığında arıyorum vatozumu. dersen buldunmu ondaki karizmayı sadakati cııık bulacağımıda zannetmiyorum. sadece kızıyorum biz özgür iradeli hayvanların akvaryumumuza her sokulan parmağa yapışmalarına...